Madde 142: Zekatı verilse bile malın kenz edilmesi (yığılıp saklanması) yasaklanır.
Bu maddenin delili; Allahuteala'nın şu kavlidir:
(( وَالَّذِينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلَا يُنْفِقُونَهَا فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ أَلِيمٍ ))
"Altın ve gümüşü kenz edip (biriktirip) Allah yolunda infak etmeyenler var ya! İşte onları elim bir azapla müjdele." [-Et- Tevbe 34] Dolayısıyla bu ayet, malın kenz edilmesinin mutlak olarak haram olduğuna dair bir delildir. Her ne kadar bu, yani ayet, ehl-i kitap hakkında inmiş olsa da lafzı geneldir ve ayetin başında görüldüğü üzere onunla bizler de muhatabız. Zira şöyle buyurdu:
))يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا إِنَّ كَثِيرًا مِنَ الْأَحْبَارِ وَالرُّهْبَانِ لَيَأْكُلُونَ أَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ وَالَّذِينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ ((
"Ey iman edenler! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve (insanları) Allah yolundan döndürürler. Altın ve gümüşü kenz edip (biriktirip)…" [-Et-Tevbe 34] Ayetin, zekatı verilsin yada verilmesin altın ve gümüşü kenz etmeyi genel olarak haram kıldığının delili şunlardır:
Birincisi: Bu ayetin genel olmasıdır. Zira mantuken ve mefhumen ayetin nassı, altın ve gümüşten olan malın kenz edilmesinin kesin olarak yasak olduğuna dair bir delildir. Dolayısıyla zekatın verilmesinden sonra kenzin mübah olduğu sonucuna varılması ayetin katî şekilde delalet ettiği hükmünü terk etmektir. Ayeti manasından sarfedecek veya ayeti neshedecek bir delil olmadıkça bu sonuca varılmaz. Ayeti manasından sarfedecek herhangi sahih bir nass varit olmamıştır ve onu manasından sarfedecek bir delilin olması muhtemel değildir. Çünkü ayetin delaleti katîdir. Dolayısıyla geriye sadece ayeti nesh edecek delil kalmaktadır. Ayeti nesh eden bir delil ise bulunmamaktadır. Dolayısıyla ayetin hükmü sabit olarak kalır ki o da zekatı verilmiş olsa dahi malın kenz edilmesinin haram olmasıdır. Yani malın kenz edilmesinin mutlak olarak haram olmasıdır.
İkincisi: Ahmed, Ebî Umâme'den sahih isnat ile şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«تُوُفِّيَ رَجُلٌ مِنْ أَهْلِ الصُّفَّةِ، فَوُجِدَ فِي مِئْزَرِهِ دِينَارٌ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه و سلم كَيَّةٌ، قَالَ: ثُمَّ تُوُفِّيَ آخَرُ فَوُجِدَ فِي مِئْزَرِهِ دِينَارَانِ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه و سلم: كَيَّتَانِ»
"Suffa ehlinden bir adam öldü ve izarından bir dinar çıktı. Bunun üzerine Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] buyurdu ki: "Bir dağlamadır." (Ravi) dedi ki: "Sonra başka biri vefat etti ve izarından iki dinar çıktı." Bunun üzerine Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], buyurdu ki: "İki dağlamadır." Et-Taberî, bu hadisin bir benzerini Ebî Umâme el-Bâhilî'ye isnat etti. Bu da bir veya iki dinar dahi olsa kenz olduğu, yani mal gereksiz yere biriktirildiği sürece altın ve gümüşü kenz etmenin mutlak olarak haram olması demektir. Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] bunu, sadaka ile geçinmelerinden ve yanlarında altın kırıntıları olmasından dolayı bu iki adama baka söylemiştir. Zira [كَيَّة ] "Bir dağlama" ve [كيَّتانِ ] "İki dağlama" diyerek Allahuteala'nın şu kavline işaret etmiştir:
(( يَوْمَ يُحْمَى عَلَيْهَا فِي نَارِ جَهَنَّمَ فَتُكْوَى بِهَا جِبَاهُهُمْ ))
"Cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları ve yanları dağlanacağı gün." [Et-Tevbe 35] Ki bu ayet, kenz ayetinin bir kısmıdır. Yani kenz ayetine işaret etmiştir. Dolayısıyla bu hadis, zekat nisabına ulaşsın yada ulaşmasın veya zekatı verilsin yada verilmesin kenzin mutlak olarak haram olduğuna dair bir delildir. Dolayısıyla da kenzin her türlüsü haramdır.
Üçüncüsü: Allahuteala'nın:
(( وَلَا يُنْفِقُونَهَا فِي سَبِيلِ اللَّهِ ))
"Allah yolunda infak etmeyenler var ya!" kavlindeki atf, Allahuteala'nın,
(( وَالَّذِينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ ))
"Altın ve gümüşü kenz edip (biriktirip)" kavlinden ayrıştıran atftır. Böylece ayet, bunun gereği olarak şu iki hükmü kapsamaktadır: Birincisi malın kenz edilmesi. İkincisi Allah yolunda infak edilmemesi. Dolayısıyla ayetin nassı, elim bir azapla tehdit etmenin bu iki hususa, yani altın ve gümüşü kenz edenlere ve Allah yolunda infak etmeyenlere dolayısıyla onların elim bir azapla müjdelenmesine odaklandığına delalet etmektedir. Bundan da ortaya çıkmaktadır ki tehdit, kenz etmeyip fakat Allah yolunda infak etmeyen kimseleri kapsadığı gibi Allah yolunda infak etmeyip fakat kenz eden kimseleri de kapsamaktadır. Nitekim el-Kurtubi, şöyle demiştir: "Kenz etmediği halde Allah yolunda infak etmekten imtina eden bir kimsenin bu şekilde olması kaçınılmazdır." Ayetki ((في سبيل الله )) "Allah yolunda" kavlinden maksat, cihattır. Çünkü bu, infak karinesi ile gelmiştir. Allah yolundaki bir kelime, infak karinesi ile geldiğinde onu cihattan sarfedecek bir karine bulunmadıkça bunun manası cihat olur. Buna göre
))وَلايُنفِقوَنهَا ((
"infak etmeyenler var ya" kelimesi, malı kenzedip bundan Allah yolunda infak ettikleri zaman azabın bu kimseleri kapsamayacağına dair delil olmaya uygun değildir. Zira ayetin manası, buradaki atf açıklayıcı atf anlamında olup malı Allah yolunda infak etmemek için kenz eden kimseyi azapla müjdele dolayısıyla kenz edilen maldan Allah yolunda infak edildiğinde kenz eden kimseye azap edilmez demek değildir. Bilakis ayetin manası, malı kenz eden kimseyi de Allah yolunda infak etmeyen kimseyi de azapla müjdele demektir. Dolayısıyla buradaki atf, ayrıştırıcı atfıdır açıklayıcı atf değildir. Böylece Allah yolunda infak edilsin yada edilmesin kenzin haramlılığı mutlak şekilde haram olduğu gibi bir şeyin kenz edilmesinin haram olması bir şey, Allah yolunda infak edilmemesi başka bir şey olmaktadır. Böylece de ayetin, zekatı verilmiş veya Allah yolunda infak edilmiş olsa dahi malı kenz etmeyi haram kıldığı açıkça ortaya çıkmış olur.
Dördüncüsü: el-Buhari, Zeyd İbn-u Vehb'den şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rebeze'den geçerken birden Ebî Zerr'i gördüm ve ona dedim ki: "Seni buraya getiren şey nedir? Dedi ki: "Şam'da iken Muaviye ile şu ayet
(( وَالَّذِينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلَا يُنْفِقُونَهَا فِي سَبِيلِ اللَّهِ ))
"Altın ve gümüşü kenz edip (biriktirip) Allah yolunda infak etmeyenler var ya!" [-Et- Tevbe 34] hakkında ihtilaf ettim. Muaviye dedi ki: "Bu ayet, ehl-i kitap hakkında indi." Ben de dedim ki: "Bizim ve onlar hakkında indi. Bu hususta benimle onun arasında olan buydu. Bunun üzerine Osman'a beni şikayet eden bir mektup yazdı. Osman da Medine'ye gelmem için bana bir mektup yazdı. Ben de geldim. Sanki insanlar daha önce beni hiç görmemişlercesine başıma toplandılar. Bu durumu Osman'a arz ettim." Osman dedi ki: "İstersen geri gel (orada) garip kaldın." İşte beni buraya getiren şey bu. Başıma Habeşli bir emir tayin etseler dahi kesinlikle işitir ve itaat ederdim." Dolayısıyla Ebî Zerr ile Muaviye'nin ihtilafı, ayetin manası hakkında değil sadece ayetin kimin hakkında indiğidir. Zira Muaviye veya Osman, zekatı verilen bir malın kenz olmayacağına dair, yani Ebî Zerr'in görüşüne aykırı sahih bir hadise sahip olsalardı kesinlikle Muaviye veya Osman bunu delil getirirdi ve Ebî Zerr'i sustururdu. Bu da ayetin genel ve mutlak olduğu hususunda Muaviye ile Ebî Zerr veya Osman ile Ebî Zerr arasında bir ihtilafın olmadığına ve o ikisinin buna aykırı bir hadise sahip olduklarının sabit olmadığına delalet etmektedir. Tüm bunlardan da ortaya çıkmaktadır ki ayet, genel olup basılmış yada basılmamış, zekatı verilmiş yada verilmemiş, nisap miktarına ulaşmış yada ulaşmamış olsun her türlü altın ve gümüş hakkında gelmiştir. Binaenaleyh kenzin her türlüsü haramdır. Zekatı verildiğinde kenzi helal kılanlar, tek bir sahih delil dahi bulamazlar ve delillerinin hepsi de zayıf ve senetlerinin çürük olmasından dolayı itibar derecesinden düşmüş hadislerdir. Hatta el-Buhari, "Zekatı Verilen Şeylerde Kenz Yoktur" başlıklı bir bab koymuş ancak babta buna delalet eden tek bir hadis dahi getirmemiştir. Çünkü o, tek bir sahih hadise bile sahip değildir ve zekatı verildiğinde kenzin caiz olduğuna dair istidlalde bulunduğu hadislerin tamamı kendi ortamlarında incelenmesinin ardından bir tanesinin dahi sahih olmadığı görülür. Zira bunlar, rivayeten ve dirayeten, yani senet ve metin olarak haklarında söz olan hadislerdir. Zekatı verildiğinde altın ve gümüşü kenz etmenin caiz olduğuna dair istidlalde bulundukları Ümmü Seleme'nin hadisine gelince ki o şudur: Ebu Davud, Atab'ın rivayetinden o da Sabit İbn-u Aclân'dan o da Atâ'dan o da Ümmü Seleme'nin şöyle dediğini tahric etmiştir:
«كُنْتُ أَلْبَسُ أَوْضَاحًا مِنْ ذَهَبٍ فَقُلْتُ: يَا رَسُولَ اللهِ، أَكَنْزٌ هُوَ؟ فَقَالَ: مَا بَلَغَ أَنْ تُؤَدَّى زَكَاتُهُ فَزُكِّيَ فَلَيْسَ بِكَنْزٍ»
"Altından bir takı takıyordum ve dedim ki: Yâ Resulullah! Bu kenz midir? Buyurdu ki: (Nisap miktarına) ulaşan bir şeyin zekatını veriyorsan zekat verilmiş olup kenz değildir." El-Evdâh: Bir tür mücevherattır. Kamus-ul Muhit'te şöyle denmiştir: "el-Vadha harekeli olarak sabahın ve ayın beyazlığıdır." Ta ki şöyle denmiştir: "Gümüşten bir mücevherat olup cemisi, Evdâh ve el-Halhâl'dır." Bu hadis zayıftır. Çünkü Sabit İbn-u Iclân hakkında hadiste tek başına kaldığına dair söz vardır. Ez-Zehebî, Sabit'in biyografisi hakkında şöyle demiştir: "Atab'ın hadisinin Sabit'ten o da Atâ'dan o da Ümmü Seleme [Radiyallahu Anhâden] olduğu reddedilmiştir." Bununla birlikte hadis sahih olsa bile kadınların taktığı mücevherata hastır. Nisap miktarına ulaşır ve zekatı verilirse bu kenz sayılmaz. Dolayısıyla bu, ayetin genelinden tahsis edilmiştir. Yani külçe, basılmış yada benzeri olsun kenzin her türlüsü haramdır. Ancak zekatı verildiğinde mücevheratın kenz edilmesi caizdir. Dolayısıyla bu hadis, mücevheratın zekatının verileceğine ve kenzin genelliğinden istisna edildiğine dair bir delildir. O halde bu, yani bu hadis, zekatı verildiğinde kenzin caiz olacağına dair bir delil olmaya uygun değildir. Bu da şu iki yöndendir: Birinci Yön: Bu hadis, bir sorunun cevabı olarak gelmiştir. Bir sorunun cevabı olarak veya muayyen bir konu hakkında gelen nassların hepsi, sorunun geldiği şeye ve muayyen konuya hasredilip her şey için genel olmaz. Çünkü lafzı, bir soru veya muayyen bir konu ile ilgilidir. Dolayısıyla bunlara has ve bunlarla sınırlı olup bunların dışına çıkmaz. Bunun içindir ki hadis, mücevherata has olur. Dolayısıyla zekatı verildiğinde mücevheratın kenz edilmesi caiz olur ve bunun dışındakilerin kenz edilmesi haram olur. Şöyle denilmez: Şeri kaide şöyledir:
"Önemli olan sebebin hususiliği değil lafzın umumiliğidir."
Burada ise lafız genel olup mücevherata has değildir. Bilakis mücevheratı ve mücevherat dışındakileri de kapsar. Böyle denilmez: Çünkü bu kaide, bir sorunun cevabı ve muayyen bir konu için değil sebep içindir. Bu sahih bir kaidedir ve metni onun sadece sebep için olduğuna delalet etmektedir. Zira kaide şöyle demiştir: "Sebebin hususiliği değil." Sebep ile muayyen bir konu arasında ve sebep ile sorunun cevabı arasında fark vardır. Sebep, bir hususun gerçekleşmesi ve onun hakkında şeri bir hükmün inmesidir. Şu ayetin sebeb-i nüzulü gibi:
(( وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ ))
"Allah ve resulü, bir işe hükmettikleri zaman mümin bir erkek ve mümin bir kadına kendi işlerinde artık seçme hakkı yoktur." [el-Ahzâb 36] Ebî Avâne'nin Müsnedi'nde Enes İbn-u Malik'ten varit olduğu üzere bu ayetin sebeb-i nüzulü; Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], amcasının kızı Zeyneb'i Mevlası Zeyd'e nişanladı. O, yani Zeyneb, buna karşı çıkmışçasına Allah, bu ayeti indirdi. İşte bu, bir sebeb-i nüzuldur ve ona, "Önemli olan sebebin hususiliği değil lafzın umumiliğidir" kaidesi intibak eder. Miras ayetinin sebeb-i nüzulü gibi: "Resulullah Cabir İbn-u Abdullah'ı ziyaret etmek için geldiğinde o hastaydı ve ona şöyle bir soru sordu: "Malım hakkında nasıl hüküm vereyim? Malım hakkında nasıl yapayım? Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], miras ayeti ininceye kadar ona hiçbir cevap vermedi." [Cabir'den muttefekun aleyh/Lafız el-Buhari'ye ait] İşte bu, bir sebeb-i nüzuldür. Bu türden olan ve mezkur kaidenin intibak ettiği sebeb-i nüzullerin hepsi böyledir. Bu ise bir sorunun cevabından ve muayyen bir konudan farklıdır. Zira muayyen bir konu; hakkında konuşulan ve söz konusu olan şey olup hükmün kendisi için geldiği ve başlangıçta hükmün gelmediği şeydir. Bunun içindir ki bu konu ile sınırlı kalınır. Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in lafzının kendisi ile ilgili olduğu muayyen bir soru da böyledir. Zira konuşma, sorunun cevabı hakkında olur dolayısıyla onunla sınırlı kalınır. Mesela el-Buhari, Ebî Hurayra [Radiyallahu Anh] kanalıyla şöyle dediğini tahric etmiştir:
«بَيْنَمَا نَحْنُ جُلُوسٌ عِنْدَ النَّبِيِّ إِذْ جَاءَهُ رَجُلٌ فَقَالَ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، هَلَكْتُ، قَالَ: مَا لَكَ؟ قَالَ: وَقَعْتُ عَلَى امْرَأَتِي وَأَنَا صَائِمٌ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ:هَلْ تَجِدُ رَقَبَةً تُعْتِقُهَا؟ قَالَ: لا، قَالَ: فَهَلْ تَسْتَطِيعُ أَنْ تَصُومَ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ؟ قَالَ: لا، فَقَالَ: فَهَلْ تَجِدُ إِطْعَامَ سِتِّينَ مِسْكِينًا؟ قَالَ: لا، قَالَ: فَمَكَثَ النَّبِيُّ فَبَيْنَا نَحْنُ عَلَى ذَلِكَ أُتِيَ النَّبِيُّ بِعَرَقٍ فِيهَا تَمْرٌ وَالْعَرَقُ الْمِكْتَلُ، قَالَ: أَيْنَ السَّائِلُ؟ فَقَالَ: أَنَا، قَالَ: خُذْهَا فَتَصَدَّقْ بِهِ، فَقَالَ الرَّجُلُ: أَعَلَى أَفْقَرَ مِنِّي يَا رَسُولَ اللَّهِ؟ فَوَاللَّهِ مَا بَيْنَ لابَتَيْهَا، يُرِيدُ الْحَرَّتَيْنِ، أَهْلُ بَيْتٍ أَفْقَرُ مِنْ أَهْلِ بَيْتِي، فَضَحِكَ النَّبِيُّ حَتَّى بَدَتْ أَنْيَابُهُ ثُمَّ قَالَ: أَطْعِمْهُ أَهْلَكَ»
"Biz, Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in yanında otururken bir adam çıkageldi ve dedi ki: "Yâ Resulullah! Helak oldum." Buyurdu ki: "Sana ne oldu?" Dedi ki: "Oruçlu iken hanımımla cimaa ettim." Buyurdu ki: "Azat edebileceğin bir kölen var mı?" Dedi ki: "Yok." Buyurdu ki: "Ardı ardına iki ay oruç tutabilir misin?" Dedi ki: "Hayır." Buyurdu ki: "Altmış miskini doyurabilir misin?" Dedi ki: "Hayır." (Ravi) dedi ki: "Derken Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] birden doğruldu ve biz hala ordayken ona içinde hurma olan bir sepet getirildi -el-Arak bir ölçü birimidir-." Buyurdu ki: "Soru soran nerede?" Dedi ki: "O benim." Buyurdu ki: "Bunu al ve tasadduk et." Adam dedi ki: "Benden daha fakir birisi var mı yâ Resulullah? Vallahi iki kara taşlık arasında -iki dağı kastediyordu- benim ailemden daha fakir bir aile yok." Bunun üzerine Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] azı dişleri görününceye kadar güldü. Sonra da buyurdu ki: "Onunla aileni doyur." Dolayısıyla Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in adama verdiği cevap, hakkında sorduğu şeye hastır. Dolayısıyla da resulün bir köle azat et kavli, Arabinin sorusu ile ilgili olmaktadır. Mesela Aleyhi's Salatu ve's Selam'dan rivayet edildiği üzere yaş olan hurma kuruduğunda satmanın caiz olup olmadığı hakkında sorulduğunda Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurdu:
«أَيَنْقُصُ الرُّطَبُ إِذَا يَبِسَ؟ فَقَالُوا: نَعَمْ، فَقَالَ: فَلاَ إِذاً»
"Yaş (hurma) kuruduğunda eksilir mi?" Dediler ki: "Evet." Buyurdu ki: "O zaman olmaz." [Ebu Ya'le, Sa'd İbn-u Ebî Vakkas'tan bu lafızla tahric etti, el-Hakim ve İbn-u Hıbban sahihledi] Dolayısıyla Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in cevabı, hakkında soru sorulan şeye, yani yaş hurmanın satılmasına has olur. Dolayısıyla da
)) فلا إِذً((
"O zaman olmaz" kavli, soru ile ilgili olmaktadır. Bu, hükmün sebebi olmayıp sadece sorunun cevabıdır. Sorunun cevabı ile hükmün sebebi arasında büyük bir fark vardır. Zira genel bir lafız, bir sorunun cevabı olarak geldiğinde hükmün sebebi olmaz. Bir şey hakkında soru sorulduğunda sadece bir beyan olur. Genel bir lafız, gerçekleşmiş bir hususa ilişkin yeni bir hükmün teşrisi olarak geldiğinde ise hükmün teşrisi genel olur ve gerçekleşen husus hükmün teşrisinin sebebi olur. Böylece sebep ile bir sorunun cevabı arasındaki büyük fark ortaya çıkmış olur. Zira sebep, kendisini ve kendisi dışındakileri kapsayan genel bir hüküm olur. Bir sorunun cevabı ise soruya has olur. Çünkü resulün lafzı, onunla ilgilidir. Resule deniz suyu hakkında sorulması ve buna şu kavli ile cevap vermesine gelince:
))هُوَ الطَّهُورُ مَاؤُهُ الْحِلُّ مَيْتَتُهُ((
"Onun suyu temiz ve ölüsü de helaldir." [Tirmizî, Ebî Hurayra kanalıyla tahric etti ve Ebu İsa, bu hadisin hasen sahih olduğunu söyledi] Aynı şekilde bu hadis de hakkında sorulan şeye -ki o deniz suyudur- hastır. Ancak resul, soru soran kimseye hakkında sorduğu şeyden daha fazlasını açıklamıştır. Yine de resulün cevabı, hakkında soru sorulan şeye -ki o deniz suyudur- has ve onunla sınırlı olarak kalır. Resule Bidâa kuyusu hakkında sorulması da böyledir. Zira onun hakkında sorulduğunda şöyle buyurdu:
))إِنَّ الْمَاءَ طَهُورٌ((
"Su temizdir." [Tirmizi, Ebî Saîd el-Hudrî kanalıyla tahric edip hasen dedi ve Ahmed sahihledi] Bu hadis de soru ile ilgilidir. Zira Bidâa kuyusunun suyu hakkında cevap vermesine rağmen soru soran kimseye sorduğu şeyden daha fazlasıyla cevap vermesine rağmen resulün cevabı soru ile ilgili olarak kalır. Yine ona deniz suyu ile abdest alma hakkında sorduklarında onlara, abdesten, yıkanmaktan ve benzerlerinden daha kapsamlı bir cevap verdi. Nitekim El-İmam Şerh-ul İlmam'da şöyle geçmiştir: "'Onunla abdest alabilir miyiz?' dediklerinde niçin onlara "evet" diye cevap vermedi. Deriz ki: Çünkü böyle olmasaydı zaruret hali ile sınırlı olurdu. Yine cevabın 'evetle' sınırlı kalınmasından deniz suyu ile sadece abdest alınacağı onunla diğer pisliklerden ve necasetlerden temizlenmeyeceği anlaşılır." Dolayısıyla resulün, deniz suyu ve Bidâa kuyusu hakkındaki cevabı, hakkında sorulan şeylerle sınırlı olup her şey için genel olmaz. Her ne kadar resul, soru soran kimseye hakkında sorduğu şeyden daha fazlasıyla cevap vermiş olsa da bu, sorusunun konusu hakkındadır. Burada söz konusu olan cevabın soruya mutabık olması değildir ki resulün cevabının, soruyu soran kimsenin sorusundan daha genel olduğu söylensin. Bilakis burada söz konusu olan cevabın, sorunun konusuna hasredilmesi ve onunla sınırlandırılması olup bunun dışına çıkılmamış olmasıdır. Yoksa cevabın soruya mutabık olması değildir. Nitekim eş-Şevkanî, Neyl-ul Evtâr'da şöyle demiştir: "Bu hadisin faydalarından biri de faideyi sınırlandırmak ve sözü kısa kesmemek için soru soran kimseye fazlasıyla cevap vermenin meşru olmasıdır. El- Buhari, bunun için "Soru Soran Kimseye Sorduğundan Daha Fazlasıyla Cevap Veren Kimse Babı" başlıklı bir bab hazırlamış ve İbn-u Ömer'in şu hadisini zikretmiştir:
«أَنَّ رَجُلاً سَأَلَ النَّبِيَّمَا يَلْبَسُ الْمُحْرِمُ؟ فَقَالَ: لا يَلْبَسُ الْقَمِيصَ وَلاَ الْعِمَامَةَ وَلاَ السَّرَاوِيلَ وَلاَ الْبُرْنُسَ وَلاَ ثَوْبًا مَسَّهُ الْوَرْسُ أَوْ الزَّعْفَرَانُ، فَإِنْ لَمْ يَجِدْ النَّعْلَيْنِ فَلْيَلْبَسْ الْخُفَّيْنِ وَلْيَقْطَعْهُمَا حَتَّى يَكُونَا تَحْتَ الْكَعْبَيْنِ»
"Bir adam Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'e, "İhramlı bir kimse neler giyebilir?" diye sordu. Buyurdu ki: "Sarık takamaz, gömlek, pantolon, bornoz ve koku veya za'feran sürdüğü bir elbise giyemez. Eğer nalin bulamazsa ayakkabı giysin ve topuğunun altında kalıncaya kadar onu kessin." Sanki o, muhayyerlik durumundan sordu resul de bunun hakkında ve artı olarak soru ile bağlantısı olan zaruret hali hakkında da cevap verdi. Çünkü sefer hali bunu gerektirir." İşte tüm bunlar, cevabın soru ile sınırlı olduğuna delalet etmektedir. Onun şu sözüne dikkat buyurunuz: "Soru ile bağlantısı olan." İster cevap, kişinin sorduğu şeye mutabık olsun ister sorduğu şeyden daha fazla olsun bunların hepsi, soruya has cevap olur. Bundan dolayı Ümmü Seleme [Radiyallahu Anhâ]'nın sorusu, mücevherat hakkındadır. Dolayısıyla Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in cevabı, mücevherata has olup onunla sınırlıdır ve bunun dışına çıkmaz. Çünkü bu, sorunun cevabıdır hükmün nüzulünün sebebi değildir. Böylece zekatı verildiğinde kenzin caiz olduğuna dair bu hadisle istidal düşmüş olur. Çünkü hadis, mücevherata hastır.
İkinci Yön: Zekat ayeti, her kenz için geneldir ve Ümmü Seleme'nin hadisi mücevherata hastır. Dolayısıyla hadis, ayetin genelliğinden tahsis edilmiştir ki yasak olan kenz sadece mücevherat dışında olanlar içindir. Mücevherata gelince; zekatı verildiğinde kenz edilmesi yasaklanmaz. Keza hadisin, hiçbir şekilde her kenz için genel olması da imkansızdır. Hadisin genel kılınamayacağının en basit delili, genel kılınmış olsaydı ayeti neshederdi. Çünkü hem ayet hem de hadis genel olur ki böylece ayeti neshetmiş olur. Hadis ise haber-i ahaddır. Dolayısıyla o zannidir ayet ise katîdir. Aslen hadis, mütevatir olsa bile Kur'an'ı neshedemez. Çünkü Kur'an, sübutî katî olup lafzı ve manası vahyi ile gelmiş ve biz onun lafzı ve manası ile ibadet etmekteyiz. Bunun aksine mütevatir hadis, sübutî katîdir ancak lafzını değil manasını vahiy getirmiş ve biz onun lafzı ile ibadet etmemekteyiz. Dolayısıyla Kuran’ı neshedemez. O halde ahad hadis nasıl nesh edecek… Binaenaleyh Kuran’ın hadisle neshedilmesi caiz olmamasından dolayı sahih olsa dahi bu hadisle zekatı verildiğinde kenzin caiz olduğuna dair istidlal düşmüş olur. Zekatı verildiğinde altın ve gümüşün kenz edilmesinin caiz olduğunu söyleyenler diyorlar ki: Bunun caiz olduğunun delili, kenzi haram kılan ayet, zekatın farz kılındığı ayetlerle neshedilmesidir. Zira bu ayetler, üzerine sadakayı, yani zekatı farz kılarak kenzi haram kılan ayeti neshetmiştir. Bunun cevabı şöyledir: Zekat, Müslümanlara hicretin ikinci senesinde farz kılınmıştır. Bu ayet, yani kenzi haram kılan ayet ise hicretin dokuzuncu senesinde inmiştir. Nüzul bakımından önce gelen sonra geleni neshedemez. Bunun da ötesinde bir ayetin başka bir ayeti neshetmesi için bu ayetin şu ayeti neshettiğine delalet eden bir delilin olması kaçınılmazdır ki nesh olsun. Şayet neshe delalet eden bir delil yoksa ortada bir nesh olmaz. Nesh; bir önceki nasstan çıkarılan hükmün bir sonraki nassla iptal edilmesi ve kaldırılmasıdır. Bir önceki hükmün bir sonraki nassla iptal edilebilmesi içinse bir sonrakinin bir öncekini neshettiğini belirtmesi şarttır. Aynen Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şu kavli gibi:
«نَهَيْتُكُمْ عَنْ زِيَارَةِ الْقُبُورِ فَزُورُوهَا»
"Sizleri kabirleri ziyaretten nehyetmiştim. Artık onları ziyaret edebilirsiniz." [Muslim, Büreyde kanalıyla tahric etti] Ve Allahuteala'nın şu kavli gibi:
))يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا إِذَا نَاجَيْتُمُ الرَّسُولَ فَقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ نَجْوَاكُمْ صَدَقَةً ذَلِكَ خَيْرٌ لَكُمْ وَأَطْهَرُ فَإِنْ لَمْ تَجِدُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ((
"Ey iman edenler! Resul ile gizli bir şey konuşacağınız zaman bu konuşmanızdan önce bir sadaka veriniz. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şayet bir şey bulamazsanız, bilin ki Allah gafur ve rahimdir." [el-Mucadele 12] Bu ayet, gizli konuşmadan önce bulunması halinde sadaka verilmesini vacip kılmaktadır. Ardından diğer ayet gelerek bunu neshetmiştir. Allahuteala, şöyle buyurdu:
))أَأَشْفَقْتُمْ أَنْ تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ نَجْوَاكُمْ صَدَقَاتٍ فَإِذْ لَمْ تَفْعَلُوا وَتَابَ اللَّهُ عَلَيْكُمْ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآَتُوا الزَّكَاةَ وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَه((
"Gizli bir şey konuşmanızdan önce sadakalar vermekten korktunuz mu? Bunu yapmadığınıza ve Allah da sizi affettiğine göre artık salahı kılın, zekatı verin Allah'a ve resulüne itaat edin." [el-Mucadele 13] Böylece bu ayetle gizli konuşmadan önce sadaka vermenin vacip olması kaldırılmıştır. Hadiste nesh, sarih olarak beyan edilirken ayette ise nesh, şu kavline işaret edilerek beyan edilmiştir:
(( أَأَشْفَقْتُمْ أَنْ تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ نَجْوَاكُمْ صَدَقَاتٍ ))
"Gizli bir şey konuşmanızdan önce sadakalar vermekten korktunuz mu?" Dolayısıyla nassta, onun bir önceki nassı ya sarahaten yada delaleten neshettiğine delalet eden bir şeyin olması kaçınılmazdır. İki nassın arasında zahiren çelişkinin olması nesh için yeterli değildir. Çünkü Kuran ayetlerinin arasında çelişki yoktur. Bazı alimler, aralarında çelişki olduğu sanılan birtakım ayetler getirmekteler ve bunların neshedildiğini iddia etmekteler. Bizzat bu ayetlerin nasslarında çelişkinin olmadığı, aralarının cem edileceği ve neshe dair hiçbir delaletin olmadığı hususunda açıktır. Bundan dolayı bir önceki nassı neshettiği iddia edilen bir sonraki nassta, ya sarahaten yada delaleten neshe delalet eden bir şeyin olması kaçınılmazdır. Zekat ayetlerinde ise ne sarahaten ne delalaten ne yakından ne de uzaktan bunların kenz ayetini neshettiğine delalet eden bir şey bulunmaktadır. Dolayısıyla kenz ayetini neshetmiş olmaz. Hatta çelişkinin varlığının bir sonraki nassın bir önceki nassı nesheder kıldığını söyleyenlere göre bile zekat ayetleri, aralarında çelişki sanısı veren bir şeyin bulunmamasından dolayı kenz ayetini neshetmez. Zira zekat ayetlerindeki hitap zekatın verilmesini belirtirken kenz ayetindeki hitap kenzin yapılmamasını belirtmektedir. Bu iki husus arasında bir çelişki yoktur. Zira bazen kenz ile zekatın verilmesi bazen kenzin yapılmaması ile zekatın verilmemesi bazen de kenzin yapılmaması ile zekatın verilmemesi bir arada bulunabilir. Bunun içindir ki bu söze göre bile nesh bulunmamaktadır. O halde neshin olduğu iddiası nereden gelmektedir. Bundan dolayı gerek zekatın hicretin ikinci senesinde teşrii kılınması ve kenz ayetinin hicretin dokuzuncu senesinde, yani zekatın farz kılınmasından yedi yıl sonra inmesi gerekse zekat ayetlerinde ne sarahaten ne de delaleten bunların kenz ayetini neshettiğine delalet eden bir şeyin olmaması bunun da ötesinde çelişmemesi, yani zekat ayetleri ile kenz ayetinin çelişmemesinden dolayı kenz ayetinin zekatla neshedildiği iddiası batıl bir iddiadır. Dolayısıyla reddedilir. Zekatı verildiğinde altın ve gümüşün kenz edilmesinin caiz olduğunu söyleyenler diyorlar ki: Bunun caiz olduğunun delili, el-Buhari'nin rivayet ettiği şu olaydır: "İbnu Ömer [Radiyallahu Anhuma]'dan şu ayet:
))وَالَّذينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَاْلفِضَّة((
"Altın ve gümüşü kenz edip (biriktirip)… var ya!" hakkında soran Arabiye şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bunları kenz edip zekatını vermeyen kimsenin vay haline! Ancak bu, zekat ayeti inmeden önceydi. Ne zaman ki zekat ayeti indi işte o zaman Allah onu, mallar için bir temizlik kıldı." İbn-u Ömer'in bu haberinin Kuran’ın sünnetle tahsis edilmesi veya Kuran’ın sünnetle neshedilmesi olduğu söylenemez. Ancak bu haber, bu neshe dair sahih bir haberdir. Dolayısıyla bu, Kuran’ın Kuran ile neshedilmesi babındandır. Çünkü Kuran’ı nesheden şey yine Kuran’dır. Çünkü zekat, sünnetle değil Kuran’la farz kılınmıştır. Dolayısıyla onu almak vaciptir. Çünkü bu, ayetin bir diğer ayetle neshedildiğini rivayet eden sahih bir haberdir. Dolayısıyla kenzin haram kılınması neshedilmiş olmaktadır. Dolayısıyla da zekatı verilen şeyleri kenz etmek caizdir. Bunun cevabı şu dört yöndendir:
Birincisi: Bu, ayetin neshedildiğini rivayet eden ahad bir haberdir. Dolayısıyla zannî olmasından dolayı herhangi ahad bir habere intibak eden ona da intibak eder. Ayette gelen ise katîdir. Katî ise zannîye tercih edilir. Dolayısıyla neshedildiğine dair bir nesh olmadığı için ayetin nassı tercih edilmiş olur. Dolayısıyla da neshin olmaması ile amel edilir. Çünkü racih olan budur ve nesh iddiası reddedilir.
İkincisi: Ayetin neshedildiğinin haber verilmesi, Kuran ayetinde geçen bir hükmün başka bir hükmü neshettiğini içeren bir hadisi rivayet etmek gibidir. Ayetin neshedildiğini veya neshedildiğini ifade eden bir şeyi içeren hadis, onu neshedemeyeceği gibi İbn-u Ömer'in haberi de sırf neshedildiğini haber vermesi ile Kuran’ın ayetini neshedemez.
Üçüncüsü: İbn-u Ömer, ayetin neshedildiğini resulden bir haber olarak vermemiştir. Yani İbn-u Ömer, Resul Aleyhi's Salatu ve's Selam'ın ayetin neshedildiğini söylediğini rivayet etmemiştir. O, sadece ayetin neshedildiğine dair kendi görüşünü ortaya koymuştur. Zira Arabi ona, ayet hakkında sorunca o da kendine göre ayetin neshedildiği cevabını vermiş ve bunu, Resul Aleyhi's Salatu ve's Selam'ın ayetin neshedildiğini kendisine haber verdiğine dayandırmamıştır. Dolayısıyla kenz ayetinin zekat ayeti ile neshedildiği İbn-u Ömer'e ait bir görüş olur. Yani zekat ayetinin bu ayeti neshettiği İbn-u Ömer'e ait bir anlayıştır ve resulün bir hadisi değildir. İbn-u Ömer'in görüşü ve anlayışı ise şeri bir delil sayılmaz. Çünkü sahabenin görüşü, şeri bir hükme ilişkin şeri bir delil sayılmaz. O halde Kuran’ı neshettiği nasıl kabul edilir?!
Dördüncüsü: Zekat, hicretin ikinci senesinde farz kılınmıştır. Kenzi haram kılan ayet ise hicretin dokuzuncu senesinde inmiştir. O halde zekatın hükmü, kendisinden yedi yıl sonra inen bir ayeti nasıl nesheder? Bunun içindir ki bu haber dirayeten reddedilir. İşte bu hadisle istidlalin düşmesi ve ayetin neshedildiği iddiasının iptali için bu dört yönün yeterli olduğunda şüphe yoktur. Binaenaleyh bu hadis, zekatı verildiğinde kenzin caiz olduğuna dair delil olmaya uygun değildir. Zekatı verildiğinde altın ve gümüşün kenz edilmesinin caiz olduğunu söyleyenler diyorlar ki: Bunun caiz olduğunun delili, Müslümanın zekatın dışında mali bir mükellefiyetinin olmamasıdır. Buna dair bir çok delil vardır. Bunlardan biri, bir Arabinin sorusuna cevaben muttefekun aleyh olarak varit olan şu hadistir:
«... فَإِذَا هُوَ يَسْأَلُ عَنْ الإِسْلامِ ... إلى أن قال: وَذَكَرَ لَهُ رَسُولُ اللَّهِ الزَّكَاةَ، قَالَ: هَلْ عَلَيَّ غَيْرُهَا؟ قَالَ: لا، إِلا أَنْ تَطَوَّعَ»
"O, İslam hakkında soruyordu…Ta ki şöyle deyinceye kadar: Resulullah ona zekatı zikredince şöyle dedi: Zekatın dışında bir borcum var mı?" Buyurdu ki: "Hayır, ama nafile olarak verirsen o başka." Ve Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavlidir:
«لَيْسَ فِي الْمَالِ حَقٌّ سِوَى الزَّكَاةِ»
"Malda zekatın dışında bir hak yoktur." [İbn-u Mâce, Fatıma Bintu Kays kanalıyla tahric etti] Ve şu kavlidir:
«إِذَا أَدَّيْتَ زَكَاةَ مَالِكَ فَقَدْ قَضَيْتَ مَا عَلَيْكَ»
"Malının zekatını verdiğinde sana düşeni yerine gitirmiş olursun." [Tirmizî, Ebî Hurayra kanalıyla tahric etti ve hasenledi] İşte bu hadisler, malda zekatın dışında Müslümana başka bir şey düşmediğine delalet etmektedir. Zira resulün şu kavli:
«لَيْسَ عَلَيْكَ»
"Sana bir şey gerekmez" , şu kavli:
«لَيْسَ فِي الْمَالِ حَقٌّ»
"malda bir hak yoktur" ve şu kavli:
«فَقَدْ قَضَيْتَ مَا عَلَيْكَ»
"sana düşeni yerine gitirmiş olursun" genel olup mala düşen her şeyi kapsar. Bu da Müslümana vacip olan şey -ki o zekattırverildiğinde kenzin caiz olduğuna delalet etmektedir. Bunun cevabı şöyledir: Kenzin haramlılığı zekattan apayrı bir husustur ve mezkur haberler zekata ek olarak birtakım hakların vacip olduğunu yasaklamaktadır. Bu ise malla ilgili ek hükümlerin olmasına mani değildir. Kenz, malla ilgili hükümlerdendir mala vacip olan haklardan değildir. Zira Allahuteala, Müslümanın sahip olduğu mala, mal olması bakımından zekatın dışında başka bir hakkı farz kılmamıştır ama zekat hükümleri dışında mal için başka hükümler koymuştur. Nitekim altın ve gümüşte faiz hükümleri, altın ve gümüşte sarf hükümleri, altın ve gümüşte kenz hükümleri bunlardan olup bunların hepsi malla ilgili hükümlerdir. Dolayısıyla malla ilgili hükümlerden olan kenz, diğer hükümler gibi olup malda vacip olan haklardan değildir. Bunun içindir ki bu hadislerin malın kenz edilmesi ile bir ilgisi yoktur. Binaenaleyh bu hadisler, zekatı verildiğinde kenzin haram olmadığına delalet etmez. Bunun içindir ki bu hadislerle istidlal düşmüş olur. Ayrıca el-Hafız'ın et-Telhîs'te zayıf kılmasından dolayı son iki hadis özellikle de İbn-u Mâce'nin hadisi hakkında söz olduğu da bilinmelidir. Zira bu hadisin isnadı zayıf ve metni karışıktır: İbn-u Mâce, bunu Süneni'nde rivayet etmiş ve şöyle demiştir: Bize Ali İbn-u Muhammed bize Yahya İbn-u Adem Şerîk'ten o da Ebî Hamza'dan o da Şa'bî'den o da Fatıma Binti Kays'ın bunu, Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğunu kastederek işittiğini tahdis etti:
«لَيْسَ فِي الْمَالِ حَقٌّ سِوَى الزَّكَاةِ»
"Zekatın dışında malda bir hak yoktur." Ancak Tirmizî, bu hadisi Süneni'nde rivayet etmiş ve şöyle demiştir: Bize Muhammed İbn-u Ahmed İbn-u Meddeveyhi bize el-Esved İbn-u Âmir Şerîk'ten o da Ebî Hamza'dan o da Şa'bî'den o da Fatıma Bint-i Kays'ın zekat hakkında Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'e şöyle sorduğumu veya sorulduğunu dediğini ve şöyle buyurduğunu tahdis etti:
« إِنَّ فِي الْمَالِ لَحَقًّا سِوَى الزَّكَاةِ»
"Malda zekatın dışında kesinlikle bir hak vardır." Dolayısıyla zekatın dışında bir hakkın olduğunu ispat ve nefyetmesi bakımından bu hadisin isnadı zayıftır. Zayıflık Şerîk'ten kaynaklanmaktadır. O, sika ancak hafızası zayıf biridir. Yine Ebî Hamza Meymûne el-Â'vâr'dan kaynaklanmaktadır ki o, çokça muhalefet etmesi ve hafızası zayıf biri olmasından dolayı ittifakla zayıftır. Her ikisinin de hafızası zayıf olmasından dolayı hadisi, bir defasında ispat olarak bir defasında da nefiy olarak zikretmişlerdir. Zekatı verildiğinde kenzin caiz olduğunu söyleyenlerin delillerinin tamamı, yani zekatı verildiğinde kenzin caiz olduğunda şüphe oluşturabilecek delillerin tamamı işte bunlardır. Bunlarla istidlalde bulunmayı haklı çıkaracak hiçbir şeyin bulunmadığını söylemek mümkündür. Nitekim kenz ayetinin zekatın farz kılınmasından yedi yıl sonra inmesi delili, bu delillerle istidlalde bulunmanın batıl olduğunun beyanı için yeterlidir. Bundan da ortaya çıkmaktadır ki ayet sarihtir ve zekatı verilse dahi kenz mutlak olarak haramdır. Geriye tek bir mesele kaldı ki o da şudur: Ayetteki kenz kelimesi ile kastedilen nedir? Bunun cevabı şöyledir: Ayetteki kenz kelimesinden maksat, gereksiz yere üst üste yığarak malı biriktirmektir. Zira lügatte kenz, üst üste yığarak malı biriktirmek ve korumaktır. Kenz edilmiş mal, yani biriktirilmiş maldır. Üst üste yığılarak yerin altında veya üstünde biriktirilmiş her şey kenzdir. Kamus el- Muhit'te şöyle geçmiştir: "Kenz: Gömülmüş maldır. Malı kenz eden onu kenz etmiştir. Altın, gümüş ve kenz yoluyla korunulan mal." İmam Ebu Cafer et-Taberi, şöyle demiştir: "Kenz: İster yerin altında isterse üstünde olsun üst üste yığılarak biriktirilmiş her şeydir." El-Ayn'in yazarı şöyle demiştir: "Depolanmış maldır." Kenzin lügat manası işte budur. Kuran’ın kelimeleri sadece lügat manaları ile açıklanır. Ancak Şâri'den kelimenin şeri manasına dair bir şey varit olmuşsa işte o zaman şeri manası ile açıklanır. Kenz kelimesi için konulmuş şeri bir mananın varit olduğu ise sabit olmamıştır. Dolayısıyla sadece lügat manası ile açıklanmalıdır. Dolayısıyla kenz, gereksiz yere üst üste yığarak sırf malı biriktirmek olduğundan Allah'ın failini elim bir azapla tehdit ettiği zemmedilmiş kenzden sayılır. Zira malı gömmek, ihtiyaç duyulmaması yüzünden onu korumak ve malı depolamak ona ihtiyaç duymamak demektir. Çünkü malı infak konumuna koymak, onun gömülmesini ve depolanmasını imkansız kılacaktır. Dolayısıyla ayette geçen malı kenz etmekten maksat, gereksiz yere depolamaktır. Dolayısıyla da bu, gereksiz yere depolanan her altın ve gümüş için geçerlidir. Fakat harcama yapılacak bir hacet için olursa bu, zemmedilmiş kenz babına girmez.